“Ama Unutma, Taş Duvarlar Arasındaki Karanlığımın Senden Başka Penceresi Yok” Sözü Sabahattin Ali’ye Ait Değil
Ülkemizin önemli yazarlarından ve şairlerinden Sabahattin Ali’nin (25 Şubat 1907 – 2 Nisan 1948) bir dönem duygusal bağ kurduğu Ayşe Sıtkı’ya cezaevinden yazdığı mektupların birinde “Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.” sözünün geçtiği iddia edilmekte.
Bu yöndeki hatalı aktarımlar şöyle örneklenebilir:
“sabahattin ali, sinop cezaevinde kaldigi donemde yazdigi bir mektubunda her defasinda iki gozüm diye hitab ettigi ayse sine der ki; “ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok””
"Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok."
Edebiyatımızın önemli isimlerinden #SabahattinAli, bir dönem duygusal bağ kurduğu Ayşe Sıtkı'ya, çoğu cezaevlerinden yazılmış 67 mektup ile birlikte şiirler ve öyküler gönderir. pic.twitter.com/EwxOQy3iDA
— TRT Arşiv (@trtarsiv) April 2, 2022
Halbuki, bu sözün gerçekte Sabahattin Ali’nin kaleminden döküldüğüne dair bir bilgi ya da belge mevcut değil.
1932 yılında Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan Sabahattin Ali, yaklaşık 5 ay Konya Cezaevi’nde yattıktan sonra 10 Mayıs 1933’te Sinop Hapishanesi’ne nakledilmiş, 1933 yılında çıkarılan Af Yasası ile salıverilmişti. Sabahattin Ali, 1931-1935 yılları arasında Ayşe Sıtkı’ya çoğu cezaevlerinden yazılmış 67 mektup ile birlikte şiirler ve öyküler göndermişti. 1935 yılında Aliye Hanım ile evlenmiş ve 1938 yılında da Filiz Ali doğmuştu.

Sabahattin Ali’nin “Ayşesi”ne yazdığı bu mektuplarda ya da diğer eserlerinde “Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.” sözünün izine rastlanamıyor.
Mezkûr sözün Sabahattin Ali’nin vefatının ardından herhangi bir kaynak atfı olmaksızın şahsına atfedildiği görülüyor.
Sabahattin Ali’nin öldürülüşünden yaklaşık yarım yüzyıl sonra ortaya çıkan Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplar, Ayşe Sıtkı İlhan ve Doğan Akın tarafından derlenerek “İki Gözüm Ayşe” adlı kitapta yayımlanmıştı.
Adı geçen kitap tarandığında “Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok.” satırlarını içermediği tespit ediliyor (Ayşe Sıtkı İlhan – Doğan Akın (1991). Sabahattin Ali’nin Özel Mektupları “İki Gözüm Ayşe”. Bilgi Yayınevi. 2. Basım. Ağustos 1997).
Benzer şekilde “Şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım. Hiçbir zaman karşılarına geçip intikam almayacağım. Düştüklerinde iyi olmuş bile demeyeceğim. Benim kelimelerim sesimden çıkıp kimseye çarpmayacak. Keşke bunun anlamını biraz olsun bilseydiniz.” sözünün de -2019 yılında anonim şekilde sosyal medyada paylaşılırken bir anda- Sabahattin Ali’nin cinayete kurban gidişinden esinlenerek şahsına izafe edildiği anlaşılıyor.

Dr. Hakan Tartan, Milliyet’teki “Suyu 30 yıl önce kurtarabilirdik!” başlıklı 28 Ekim 2021 tarihli yazısında bu ifadeleri Sabahattin Ali’nin ağzından kurgulayarak şöyle aktarmıştı:
“Sadece Kürk Mantolu Madonna mı? Bütün eserleri, şiirleri muhteşem. Dön, dön, yeniden oku. Ben hep kaybedilmesine, işkence görmesine, ‘Anadolu’da bir mezarı olmamasına’ üzülürüm. Ne yazık! Onu kitaplarından, yaşam biçiminden, sözlerinden tanımak da çok güzel. Bugün hayatta olsa, yine o muzip ve tatlı gülümsemesi ile şunları dile getirirdi ısrarla: “Şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım. Hiçbir zaman karşılarına geçip intikam almayacağım. Düştüklerinde iyi olmuş bile demeyeceğim. Benim kelimelerim sesimden çıkıp kimseye çarpmayacak. Keşke bunun anlamını biraz olsun bilseydiniz. Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok. Herkese içindeki iyilik kadar iyi bir hayat dilerim.””
Hatayı tespit eden Şuayib İzgi şu aktarımda bulunmuştu:
“Videonun 2.49’ncu saniyesinden itibaren seslendirilen “Ama unutma, taş duvarlar arasındaki karanlığımın senden başka penceresi yok” sözü Sabahattin Ali’ye ait değildir. Kitaplarında, mektuplarında, yazılarında bulunmaz. Bilginize…”
İki Gözüm Ayşe adlı kitapta yer verilen Sabahattin Ali’nin mektuplarındaki “duvar” vurgulu satırlarından alıntılarla yazıyı noktalayalım:
“Etrafımdaki insanlara, binalara, ağaçlara, yıkık duvarlara içime sığmayan bir muhabbetle bakıyor, hepsini kucaklamak istiyorum, uzun bir yolculuk ve hasretten sonra çok özlediğim bu şeylere tekrar kavuşmuş gibiyim. ihtimal ayrılmak düşünceleri beni bir zamanlar pek kuvvetle sardığı için … Birkaç gün içinde insanlar hakkındaki fikrim değişiverdi. Onları görüşüm eskisi gibi kaldığı halde. Muhakkak ki insanlar alelumum (genellikle) fena, daha doğrusu her türlü fenalığa müstaid (eğilimli). Fakat hepsi böyle, içlerinde müstesna.sı yok ve iyiler ancak fenalığa zaman, imkan ve vesile bulamayanlar. Şu halde umumun musap olduğu (tutulduğu) bir hastalıktan dolayı kime söz söylemeye hakkımız var? Kendi irademiz dahilinde olmayan bir tesadüf bizi onlardan ayırdı ise, (bu da pek kati değil ya … ) onların ne kabahati ve bizim ne meziyetimiz var, fakat insanlara daha çok acımak ve onları daha çok sevmek icap etmez mi? ..”
25.5.1933 · Sinop
“Duvarlar… İsten ve kirden yer yer lekelenen, kirecinin rengi karararak pis bir sofra örtüsüne dönen kalın taş duvarlar. Taş duvarların dibinde yığılı, üzeri eski kilim veya yırtık battaniyelerle örtülü yataklar…Karşımda konsol kılıklı bir şey üzerinde büyükçe bir ayna (koğuşumuz aristokrat koğuşudur.) Bu aynanın yanında Türkiye Cumhuriyeti Vekiller Heyeti azasının toptan ve çerçeveli resimleri. içlerinde Dahiliye Vekili Cemil, Bahriye Vekili İhsan, Marif Vekili Necati Beyler de var. Onun yanında daima yanlış çalan bir duvar saati, altındaki çivide pis bir havlu. Biraz solda devr-i Hamidi’deki Rumeli vilayetleri haritası. Bir bağlama, bir eski yelek. Ve en solda, köşede bulaşık kaplar … Ve ben düşünüyorum… ”
13.IX.33 Sinop
“Bu gece yine içimde birçok dertler var, hiçbiri o zamanki kadar büyük değil, belki daha müzmin dertler, fakat ben asla nankör olmak istemem, bugün o geceye nazaran çok iyiyim. Yalnız o zamankinden çok daha yalnızım. Düşünüyorum, şimdi bir sene evvelki vaziyetimde olsam çok daha perişan olurdum. Gitgide inanmak saadetinden uzaklaşıyorum. Gitgide yalnız kalıyorum: Ama ne kadar yalnız! .. Ne tarafa dönsem, içimde kaynayan şeyleri dökmek için ne tarafa koşsam bir duvarla karşılaşıyorum. Günden güne hiç anlaşılmadığımı anlıyorum. Hiç anlaşılmadığımı, hiç …”
12.V.34
“En kabadayımız kendisini karşısındakinin yerine kor, fakat orada onun yapacağı hareketleri değil, kendisinin yapacağı hareketleri düşünür, ona göre hükümlerini verir. Bilmez ki aynı vaziyette her insan aynı şeyi yapmaz, tesirler aynı olsa bile teessürler her şahsa göre namütenahi (sonsuz) değişir. işte bu noktaları gözden uzak tutup karşımızdakinin harekatını geniş bir müsamaha ve anlayışla takip etmez, hükümlerimizi buna göre ve daima katiyetten uzak olarak vermezsek araya gayri kabili izale (giderilemez) bir anlaşamamazlık duvarı çekilir, ve diğer hissiyat ve hasail (meziyetler) birbirine ne kadar yakın ve aşina olsa, ne kadar tekarrübü (yakınlaşmayı) arzu etse, bu duvar yekdiğerine uzanan ellerin telakısine (birleşmesine) insafsızca mani olur. Hakikaten kamil olmak istersek kendimizi iki şeye bütün manasıyla alıştırmalıyız: Anlamak, müsamaha etmek … ikinci birincinin neticesidir.”
(Tarihsiz)
“Dışarda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül aldırma” dizelerini içeren “Hapishane Şarkısı V” adını taşıyan 5 kıtalık şiir de 23 Mayıs 1933 tarihinde Sinop Hapishanesi’nden Ayşe Sıtkı’ya mektupla gönderilmişti…